Öylesine bir gün değildi aslında 8 Mart. Direnişti, güçtü, hırstı, kadının egemenliğiydi ve katledilişti. Evet, doğru okudunuz. Katledilişti. Hakkını arayan 129 dokuma işçisinin katledilişiydi. Sırf kadınlar galip olup kazanamasınlar diye katlederek yok yere mağlup etmekti onları.
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlamış. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, 129 kadın işçi can vermiş.
Yaptıklarının ne suçlanacak bir tarafı vardı, ne de ayıplanacak. Hakkını aramanın neresinde vardı ki yanlışlık? Çalışıyorlardı ve emeklerinin layıkıyla karşılığını almak istemişlerdi.
Yaşadığımız dünya o kadar adaletsiz, o kadar menfaatçi ki; aradan geçen 164 yılda pek değişen bir şey olmadı. Kadın, yine kadın. Katiller, hâlâ içimizde.
Evine ekmek götürecekti o kadınlar. Belki evde ateşler içinde bekleyen hasta çocuğu vardı. Ya da bakıma muhtaç yaşlı annesi. O gün o yangında nice hayatlar son buldu, arkasında enkazlar bırakarak.
Kadın neydi? Kimdi? Beceriksiz bir çocuk bakıcısı mı? Yoksa oyuncak bir robot mu? Kadın çiçekti, doğası gereği narindi ama acıya en dayanıklı olandı. Sıktığı yumruk kadar küçücük kalbine kocaman sevgiler sığdırandı. Bazen, mutluluktan akar inci taneleri. Bazen, korku ve üzüntüden.
Her katili bir anne doğurur ama hiçbir katil beni de doğuran kadın diye düşünmez. Daha doğrusu kurulu makine gibi öldürmeye programlanmışlar daha çok.
Kadın çalışır, makyaj yapar, kısa etek giyer, istediği saatte istediği yere gider. İster kahkaha atar, ister bağıra çağıra şarkı söyler. Erkek de sadece susar. Olması gerektiği gibi. Tekrar yaşayamayacağımız hayatı zehir etmek neden ki? Kadın insandır, erkek insanoğlu. Allah'ın verdiği canı almak sana mı kaldı ey insanoğlu!
YORUMLAR